Ana içeriğe atla

APİTERAPİ


   Apiterapi, arı ürünlerinin bir yada birden fazla hastalığın önlenmesi yada iyileştirilmesi  amacıyla kullanılması şeklinde tanımlanabilir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle Uzakdoğu ülkelerinde başlayan ve dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. Hatta, başta Japonya, Doğu Asya ülkeleri, Amerika, Kanada gibi ülkelerde apiterapi merkezleri kurulmuştur.
            Bu bölümde arı ürünlerinin insan sağlığı açısından önemi ve apiterapi de kullanımına yer verilecektir.

            Bal ve Apiterapi:
Balın fizyolojik  özellikleri ve kullanımı konusunda yüzlerce literatür bulunmaktadır. 
  • BAL bir doğal enerji kaynağıdır. Bu nedenle çocuklar,  yaşlılar, sporcular, hasta ve düşkünlerle birlikte normal sağlıklı insanlar tarafından da severek ve bilinçli olarak tüketilmektedir.
  • BAL  kemiklerde Kalsiyum fiksasyonunu artırmaktadır..
  • Bal iştah artırmakta, enerji ve direnç kazandırmaktadır.

            Balın besin içeriğinin insan sağlığına etkisinin yanı sıra olağanüstü bir özelliği de vardır ki, bu özellik antimikrobiyal aktivitesidir. Balın bu özelliği nedeniyle Hipokrat zamanından beri hastalıklarda tedavi edici bir araç olarak kullanıldığı bilinmektedir. Eski Mısırlıların; cerrahi pansumanda, göz iltihaplarının tedavisinde, Çinlilerin ve Hintlilerin de; çiçek hastalığının yayılmasını önlemede hasta vücudunu bal ile kapladıkları  bilinmektedir.
            Orta çağda, yara ve yanıkların bal ile tedavi edilmesi, kulak iltihabında; kulağa balın akıtılması, difteri vakalarında; çocukların ağız ve boğazlarına içten balın sürülmesi ilginçtir. Bazı Nijerya yerlileri balı halen öksürük kesici olarak kullanmaktadırlar.
            İnsan vücuduna etki eden çoğu mikroorganizma balda yaşamını sürdürememektedir. Bal, temas ettiği mikroorganizmaları öldürdüğü gibi içerisinde de barındırmamaktadır. Öyle ki Mısır piramitlerinde bulunan ve Postum’da M.Ö. 6. asra ait çömlekler, içindeki balların biraz katılaşmakla beraber vasıflarını hiç kaybetmemesi, balda mikroorganizmaların  yaşayamadığını tarihi bir gerçek olarak göstermektedir.
            Tıbbi literatürde, İngiliz ve Amerikan hastanelerinde birinci sınıf mikrop öldürücü olarak bal kullanıldığını, Almanya’da yara ve soğuk algınlıklarından kaynaklanan hastalıklarda, baldan bu yönü ile istifade edildiğini görmekteyiz. Alman Dr. Zaiss’in mikrop öldürücü olarak balı tentürdiyot ‘a tercih ettiğini belirtmesi de ilginçtir.
            Balın yaraların ve enfeksiyonların iyileşmesini sağlamak için kullanımı 1981yılında Dünya Sağlık Formu tarafından da önerilmiş olup, Pharmaceutical Journal’da (Eczacılık Dergisi 1982) apse, çıban, göz yangıları, ishal, üriner sistem enfeksiyonları, dizanteri etkeni, deri ve ağız içi enfeksiyonlarına antimikrobiyal etkisinin olduğu rapor edilmiştir.
            1992’ de yayımlanan Bee World dergisinde, balın antimikrobiyal aktivitesi ile ilgili  orijinal makalede Kur’an-ı Kerim’de ki konu ile ilgili ayetler verilmiş ve bu doğa üstü gıdanın insanlar için şifa kaynağı olduğu açıklanmıştır.
            Balların antimikrobiyal aktivitesi için farklı mekanizmalar ileri sürülmüştür. İleri sürülen mekanizmalardan biri, balın sahip olduğu yüksek şeker konsantrasyonudur. Bir diğer sebebi de balda enzimsel olarak üretilen H2O2’dir. Üçüncü olarak da balın düşük pH’sıdır (ort. 3.2-4.5).
            Balın çeşitli hastalıklara karşı tedavi edici özelliğini incelemek amacıyla birçok araştırma yapılmıştır. Bu konuyla ilgili ilgi çekici çalışmalardan birisi 1991’de King Suud Üniversitesi tarafından yapılanıdır. Yapılan bu çalışmanın sonunda gastrit ve on iki parmak bağırsağı ülserine sahip hastalara, alternatif bir tedavi olarak balın tek başına veya antimikrobiyal bir ajanla uygun bir bileşiminin kullanılması önerilmiştir.
            Farklı bal tiplerinin antimikrobiyal etkileri  arasında büyük değişiklikler vardır. Floral kaynakları farklı olan ballarda görülen varyasyon asitlik, ozmolarite, H2O2 ve diğer komponentlerin farklılığı nedeniyle olmaktadır. Lavanta, karahindiba, balçiği, ve kolza balları yüksek antimikrobiyal aktiviteye sahipken orman gülü, okaliptüs ve portakal nispeten düşük aktivite göstermektedir. Balın antimikrobiyal etkisini destekleyen bir başka bildiriş de ,    eşit miktarda bal, çavdar unu ve zeytin yağı karışımı ile hazırlanan kremin günde üç kez kullanımı ile inek ve atlarda görülen ve kangrene dönüşen yaraları dahi tedavi ettiği sonucuna varan Lucke’nin bildirişidir( Lucke, 1935).
            Bal, karaciğer rahatsızlıklarında da başarı ile kullanılmaktadır. Bu başarıda balın antimikrobiyal etkisinin yanında, früktozun doku ve kasları yumuşatıcı ve gevşetici özelliği de önemli sayılabilir.
            Balın  çeşitli araştırmalar sonucunda, doku oluşmasını hızlandırdığı, yara ve yanık izlerini azalttığı (Arman, 1980; Dumronglert, 1983), bazı ülkelerde doktorlar tarafından katarakt ve kojuktivit ile bazı kornea rahatsızlıklarında başarı ile kullanıldığı bildirilmektedir (Mikhailov, 1950).  Ayrıca kornea ülserinin de saf bal ile  veya  vazelin yerine bal ile hazırlanan  % 3 lük sulphidine pomadı ile başarılı bir şekilde tedavi edildiği görülmüştür.
Şeker Hastalığı ve Bal
Zaman zaman hakiki (!) balın şeker hastalığına iyi geldiği şeklinde yazılar çıkmakta veya söylentiler duyulmaktadır. Bunun bilimsel bir dayanağı yoktur ve yanlıştır. Bal da kan şekerini yükseltir ve fazla alındığında şeker hastalarını komaya sokabilir.
Ancak eşit miktarda alınan bal, kan şekerini çay şekerine oranla daha az yükseltmektedir. Bu nedenle şeker yerine az miktarda bal kullanılabilir.

Polen ve Apiterapi :
Polenin insanlar tarafından ilk kullanımı Eski Çin, Pers, Mısır ve Yunanistan’da olmuştur. Hurmanın poleninde gonatotropik hormonların bulunması, Bedevilerin kısırlık tedavisinde bu bitkinin polenini kullanmalarını doğrulamaktadır.
Polenin, doğal bir besin kaynağı olması nedeniyle Avrupa’da insan beslenmesinde kullanımı hızla artmaktadır. Avrupa ülkelerinde son 30 yılda yapılan bilimsel çalışmalar  ve klinik test sonuçları, polenin prostat, alerjik hastalıklar ve kanser türlerine etkisi  üzerinde yoğunlaşmıştır( Dennis, 1966 ).
Polen insanlar tarafından günlük olarak protein, vitamin ve mineral madde gereksinimini karşılamak için doğrudan doğruya kullanılabilmektedir. Ayrıca besleme amacıyla az miktarda alınan polenin sinerjik etki yaparak pek çok yarayışlı maddenin karşılıklı etkileşmesi ile metabolizmayı ve sindirimi iyileştirmekte  olduğu   bildirilmiştir.( Krell, 1966 ).
Günümüzde bilimsel içerikli olmayan birçok sağlık dergilerinde polen tüketiminin etkileri ve yararları ile ilgili yazılar göze çarpmakta, polen içerikli birçok ürünün insanlarda müzmin hastalıkları iyileştirici ve tedavi edici özellikleri konusunda görüşler bildirilmektedir. Bu sonuçlar , hastalık belirtilerinin polen kullanımı ile kaybolduğuna tanık olan bazı doktorların ve ilgililerin bilimsel anlamda tam olarak kanıtlayamadıkları hususlar olup üzerinde önemle durdukları bilgilere dayanmaktadır.









Polenin İyileştirici ve Tedavi Edici Özellikleri (Sharma and Singh.,1980)
Artırıcı etki
İyileştirici etki
Atletik performans
Kanser (Hayvanlarda)
Sindirim kolaylığı
Soğuk algınlığı
Doku yenileme
Ağrı-apse
Genel canlılık
Erkekte kısırlık a
Cilt canlılığı
Anemi b
İştah b
Yüksek tansiyon b
Hemoglobin miktarı b
Sinirsel ve endokrin rahatsızlıklar b
Seksüel etki
Ülserler
Performans (Yarış atları)

a Ridi et al., 1960        Sharma and Singh, 1980

            Polenin sağlık konusunda en önemli etkisi kronik prostat hastalığı ile ilgilidir. Polenin prostat rahatsızlığı sonucu oluşan ateşi düşürdüğü rapor edilmiştir ( Dennis, 1996 ). Polenin prostat hastalığını tedavide tam olarak neye yaradığı bilinmemektedir. Ancak polenin yüksek seviyede çinko içermesi ve prostat salgılarının çıkmasında çinkonun anahtar element olması dikkat çekicidir. Yapılan bir denemede, kronik prostat vakalarında 3 ay süreyle denenen polen % 92 başarı sağladığı görülmüştür.
            Polenin bir diğer etkisi  X  ışınlarına karşı koruyucu etkisi olmasıdır. (Wang,1984 ). Bu konuda yapılan çalışmalar polenin radyasyonun olumsuz etkilerini azalttığını göstermektedir. Polenin aynı zamanda lösemi vakalarında oldukça etkili olduğu rapor edilmiştir. Polenin kansere karşı olumlu etkisinin nedeni, yapısında bulunan yüksek seviyedeki karotenoidlere bağlanmaktadır.
            Polenin, hayvanlara besin olarak verilmesi de olumlu sonuçlar vermiştir. Örneğin tavukların yemlerine %2.5 polen eklendiğinde istatistiksel olarak önemli ölçüde yemden yararlanmayı artırmıştır.
            Arılar tarafından toplanan polenin değişik oranlarda antibiyotik içermesi, bağırsak ve kan hemoglobini üzerinde olumlu etkiler sağlamaktadır. Bazı raporlar da polenin cinsel hormonları beslediği ve uyardığı belirtilmiştir. Bu nedenle özellikle gençlerin gelişme çağında  beslenmesinde polen tüketimi büyük yarar sağlayacaktır.        Polenin solunum sistemi üzerinde de olumlu etkisi vardır ki; 110 mg polen extraktı ve 100 mg aspirinden oluşan fluaxin ticari isimli preperatın soğuk algınlığı ve gribe karşı başarılı sonuçlar verdiği bildirilmiştir. (Hanssan, 1979 ).
            Polonya’ da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerinde artış saptanmış ve organizmada genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi üzerinde ki etkileri de dikkate değer bulunmuştur. Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar sonucu polenin lipit (yağ) metabolizması bozukluğunda, kan serumunda ki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde oldukça etkili olduğu belirlenmiştir.
            Çeşitli bildirişler de polenin kronik kolit, mide ülseri, mide kanaması, kronik ishal ve kabızlıkla, anemi tedavisinde, kolesterol, hepatit de başarıyla kullanıldığını görmekteyiz.
Polen dağcılık yapanlar, pilotlar, yüksek rakımlarda bulunanlar için uygun bir gıda maddesidir. Çünkü polen yüksek irtifa hastalığının semptomlarını azaltmakta ve uyumu arttırmaktadır.








Polenin apiterapik kullanımından başka bir çok kullanım alanı vardır.
  • Bambusların beslenmesinde ,
  • Polen evcil hayvanların, özellikle yarış atlarının beslenmesinde ve laboratuar böceklerinin yemlerine eklenerek büyüme hızını artırmakta kullanılmaktadır.
  • Arılar tarafından peteklere depo edilen ve arı ekmeği olarak bilinen polen özellikle çocukların beslenmesinde kullanılmaktadır. Doğal yada yapay olarak hazırlanan arı ekmeğinin bozulmadan uzun süre saklanabilmesi özelliği de önemlidir (Krell, 1996).
  • Kozmetik sanayinde, deriyi yenileyici ve besleyici olarak kullanılmaktadır. 
  • Polinasyon çalışmalarında kullanım.
  • Hava kirliliğini belirlemede: 1980 yılından bu güne kadar yapılan çalışmalar bal arıları tarafından toplanan polenlerin çevrenin hava kirliliğini yansıtan metaller, ağır metaller ve radyoaktif maddeler açısından önemli ipuçları verdiğini göstermiştir   ( Free ,1983 ; Craze ,1984  ).
Polenin renk özelliği ile besin değeri arasında pozitif bir korelasyon vardır.
Polen çok zengin bir besin maddesi olduğundan miktarı yavaşça artırılarak alınmalıdır. Önce yarım çay kaşığı alınarak başlanmalı ve daha sonra kademeli olarak artırılarak günde 1-2 çorba kaşığı alınmalıdır.

Arı Sütü ve Apiterapi :

Arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi (hücre) ve metabolizması üzerinde  etkili  olduğundan  organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklık ve dinçlik meydana getirir. Bu yönüyle akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
 Arı sütü kalp rahatsızlıklarından kansere kadar  bir çok hastalıkta vücudu  güçlendirmek, bağışıklık sistemini uyarmak amacıyla kullanılmaktadır. Özellikle yoğun antibiyotik  kullanan radyoterapi ve kemoterapi olan hastalarda muhtemel  karaciğer  ve böbrek  zararlarını önlemekte, fonksiyonlarını korumaktadır.
Arı sütünün insan ve hayvanlar üzerinde etkilerini belirlemek amacıyla bir çok çalışma yapılmıştır. Yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır;
            Japonya’da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik uykusuzluk ve karaciğer rahatsızlıkları olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellediğini de belirtmektedirler.
            Çin’de yapılan başka bir denemede, deney hayvanlarına tümör oluşumuna neden olan antijen verilmiş ve iki gruba ayrılmıştır. Grubun birine arı sütü verilmiş diğerine verilmemiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldüğü halde arı sütü alan gruptaki hayvanlarda ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlayıcı niteliktedir.
            Yine Arjantin’de yapılan bir başka araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet uygulanmış ve iki gruba ayrılarak grubun birine arısütü verilmiştir. Deney sonucunda kontrol grubunun kanındaki kolesterol düzeyi ortalama % 1,37 olarak belirlenirken arı sütü verilen grupta bu değer ortalama  % 0,68 bulunmuştur. Ayrıca aynı denemede kroner damarların ve karaciğerin incelenmesi sonucu arısütü alan bu grupta önemli derecede üstünlük belirlenmiştir.
            Çeşitli literatürlerde ortak olarak,  arısütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, nefes darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve halsizliklerde, sinirsel ve  fiziksel yorgunluk hallerinde, mide bağırsak hastalıklarında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel problemlerin giderilmesinde başarıyla kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda başarı ile kullanılabileceğini destekleyen bir çalışma da Bulgaristan’da yapılmıştır. 125 iltihabi hastalık üzerinde yapılan araştırmada arı sütünün organizmada immino-biyolojik aktiviteyi arttırarak hastalığın önlenebileceği sonucuna varılmıştır.
Arı sütünün karaciğer yağlanmasını önleyebileceği destekleyen unsur yapısında bol miktarda asetil kolinin bulunmasıdır. Çünkü asetil kolin ile yağlanma arasında negatif korelasyon vardır.
            Arı sütünün 50-100  mg dozu bile toplam kolesterol düzeyinde % 14 lipit düzeyinde ise % 10 azalma sağlanmıştır. Ayrıca arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı anti viral etki oluşumuna neden olduğundan gribe karşıda oldukça başarılı sonuçlar alınmıştır.
Başka bir araştırıcı da arı sütünün görme bozukluklarında  ve görme yeteneğini  artırmada  önemli derecede etkili olduğunu deneylerle belirlemiştir.
İnvitro (laboratuar) çalışmalar,  arı sütünün yapısında bulunan 10 HDA ‘nın antibiyotik etkiye sahip olduğunu desteklemektedir. Bu antibiyotik etki E.coli, Salmonella, Proteus, Basillus suptillis ve Saureus mikroorganizmalarına karşı kanıtlanmıştır. Bu konuda yapılan bir çalışmada arı sütünün 0,5 mg   ve 1 mg miktarları bakteri gelişimini inhibe ettiği görülmüştür. Ayrıca bazı antibiyotiklere kıyasla bakteriler üzerinde daha etkili olduğu gözlenmiştir (Mercan, 2000).
Arı sütü  kozmetik sanayinde de doku ve cildi yenileyici, deriyi gerdirici, derinin yağ sekrasyonunu düzenleyici  etkisi göz önünde bulundurularak kullanım alanı bulmaktadır. Yanıklarda kullanılan dermatolojik krem ve merhemlere genellikle %0.05 ile 1 oranında arı sütü katılmaktadır.
Arı sütünün apiterapik etkisini inceleyen çok sayıda çalışma hayvanlar üzerinde de yapılmıştır.
-         Tavşanların normal besinine arı sütünün 100-200 mg/kg (vücut ağırlığı) eklenmesi embriyo gelişimi ve fertilitenin artmasını sağlamıştır. Japon bıldırcınlarının besinlerine 0,2 gr. dondurulup kurutulmuş arı sütünün eklenmesi  cinsel olgunluğa daha kısa sürede erişmelerine ve daha fazla yumurtlamalarını sağlamıştır.
-         Tavuk besinlerinin her bir kilogramına 5 mg arı sütü ilavesinin yumurta verimini ve kuluçka çıkış ağırlığını artırdığı belirlenmiştir.
-         Buzağıların rasyonuna (7 günlük) 0,02 gram/gün miktarında arı sütü kullanılması kontrol grubuna oranla 6 ay içerisinde % 10- 13 ağırlık kazancı sağladığı daha düşük ölüm oranı  ve enfeksiyonlara karşı daha yüksek direnç oluştuğu görülmüştür.

Propolis ve Apiterapi :
Propolis, sağlık için vücut yoluyla alınması gereken 22 besini bünyesinde taşıması açısından içinde bulunduğumuz yüzyıl da keşfedilen mükemmel doğal ilaç olarak kabul edilmiş ve önem kazanmıştır.
            Propolis çok eski çağlarda ilk kez Yunanlılar tarafından keşfedilerek doğal bir antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadığımız  yüzyılda bu değerli ürünün anti bakteriyel, anti fungal, anti viral özellikleri yanında antiinflamatuar, anti ülser, lokal anestezik, anti tümör, bağışıklık uyarıcı gibi biyolojik aktivite özelliği göstermesi; tıp,apiterapi, beslenme ve biyokozmetik alanında kullanımını yaygınlaştırmıştır.
            Propolisin yapısında bulunan ve büyük önem taşıyan flavonoidler ve terpenler oldukça kuvvetli antioksidan, anti steril etkili birleşiklerdir. Özellikle flavonoidlerin kalp damar sistemi üzerine olumlu etkileri olduğu, kan dolaşımını düzenlediği, kılcal damar çatlamalarını azalttığını, mide mukozasını ülsere karşı koruduğu, mide yaralarını küçülttüğü, iç salgı sistemini düzenlediği ve halsizliğe karşı olumlu etkileri olduğu belirlenmiştir. Bir çok kaynakta propolisin düzenli ve sürekli alınması durumunda sindirim, solunum ve dolaşım sisteminde ve tüm vücuttaki hastalık etmenlerine karşı etkin bir savunma gerçekleştirildiği bildirişlerine de rastlanmaktadır. Sentetik antibiyotiklerin aksine uzun süre propolis kullanımı zararlı bakterilerde direnç oluşturmamakta, yararlı   bakterileri de olumsuz etkilememektedir.
Propolis preperatların bir çok bakteri üzerine geniş spektrumlu antibiyotik özelliği gösterdiği bir çok araştırmacı tarafından kabul edilmektedir.    Propolisin insanlar üzerinde olumlu etkisini gösterdiği hastalıklar; beriberi, deri ülseri, ağız yaraları, diş ağrısı, burun iltihabı, mide ülseri, böbrek bozuklukları İYE iyi huylu tümör,  kist, damar sertliği, diyabet, kemik erimesi, kırıkların kaynaması, sedef, sinir ucu iltihabı, sivilce, egzama, vajinal  ve rahim iltihaplanması, şeker hastalığı, nefes darlığı, çeşitli yaralar, cilt kanseri, menopoz dönemi kemik erimesi, astım, bronşit, romatizmal ağrılar, tüberküloz, mikrobik rahatsızlıklar, Parkinson, hemeroid, akciğer kanseri, grip, uçuklar, gastrit, oniki parmak ülseri, orta kulak iltihabı, ÜSYE, baş ağrısı, güneş yanıklığı, akne olarak  sıralanabilir.
Propolisin tıbbi alanda kullanımı çok eski çağlara uzanır. Propolisin vazelinle karıştırılarak, hazırlanan merhemlerin Boer savaşları arasında kullanıldığı, yaraları iyileştirdiği belirtilmektedir. Propolis Mısır Uygarlığında  ölülerin mumyalanmasında kullanılırdı. Hipokrat propolisin deri ülserlerinin ve sindirim sisteminin tedavisinde kullanıldığını söylemiştir. Anadolu’da da geleneksel olarak insanlarda ve çiftlik hayvanlarında ayak ve deri problemlerinde, yaraların iyileştirilmesinde,  çıbanlarda kullanıldığı bildirilmektedir. Yapılan klinik araştırmalar sonucu çeşitli antibiyotiklerle birlikte propolis kullanıldığında sinerjik etki gösterdiği antibiyotik etkinin 10-100 kat arttığı ileri sürülmüştür.
Propolisin oldukça güçlü bir anestezik özelliği vardır ki kokainden 10 kat daha güçlü  olduğu kabul edilir. Bu nedenle Rusya’da uzun zamandır diş hekimliğinde anestezik olarak önerildiği ve kullanıldığı bilinmektedir.
Propolisin bazı kanser türlerinde kullanımı yapısındaki cynamic asit ve  terpenoidlerin sitotoksik aktivitesi ile ilgilidir. Bu yönüyle propolis,  bağırsak, böbrek, meme, burun ve pharynx kanserinde başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Uruguay menşeli propolisle yapılan bir çalışmada meme kanserini yavaşlattığının bulunması bu yargıyı güçlendirmektedir.(Novatny et al, 1999).
Propolisin son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda AIDS in neden olduğu HİV virüsüne karşı da etkileri gözlenmiştir( Harrih et a 1997) . Ancak  bu konuda daha fazla araştırmaya ve delile ihtiyaç vardır.
Propolis bunun dışında diş minesinin mikro sertliğini de artırabilmektedir( Grameliya  et al 1999) .
İnsan kullanımında güvenli doz 1,4 mg/kg vücut ağırlığı/ gün  veya 70 mg/gündür  (Burdock, 1998).

Arı Zehri ve Apiterapi :
Arı zehrinin birçok rahatsızlığa iyi gelmesi nedeniyle üretimi ve tıpta kullanımı her geçen gün artmaktadır. Farmakolojik olarak arı zehri kan dolaşımını artırıcı, bakteri öldürücü, radyasyona karşı koruyucu, tansiyon düşürücü etkileri ve bağışıklık sistemini aktive edici etkilere sahiptir.
 Arı zehri  ile herhangi bir  tedaviye  başlamadan   önce  mutlaka arı  zehri  alerji  testi yaptırılmalıdır.   Arı  zehri  tedavisi,  tüberküloz, bel soğukluğu, endokardit rahatsızlıklarında ve hamilelikte kullanılmamalıdır
            İnsanların tedavisinde arı zehrinin toplanarak kullanımı yerine, ergin işçi arıların doğrudan hastayı iğnelemesi yaygın olarak kullanılan bir yöntemdir. Bu yöntemde; arılar kovan önünden, kuluçkalık veya ballık bölümünden açılan küçük bir delikten kavanozla toplanabilirler. Toplanan 10-100 adet işçi arı, yaklaşık iki hafta şeker şurubuyla beslenir ve hasta üzerinde günlük sokma işleminde kullanılır.
            Arı zehrinin eczacı veya fizik tedavi uzmanı gözetiminde, arı iğnesi hazırlanarak, enfeksiyonlu bölgeye enjekte edilebileceği gibi kremlerin, merhemlerin yapısında kullanılması da mümkündür.
            Tedavi süresince kesinlikle alkol alınmaması gerekmektedir. Bunun yanında süt, beyaz ekmek, dondurma, pirinç, şeker vb. beyaz yiyecekler tüketilmemelidir. Bunlara ek olarak 1000-5000 mg. C Vit., 100-300 mg., B Vit. kompleksi ve 400 IU. E Vit. alınması tavsiye edilir. Arı zehri tedavisine en az 6 ay devam edilmesi önerilmektedir.
            Arı zehrinin ilaç olarak kullanımı çok eskiye dayanmaktadır. M.Ö. 2000 yıllarına ait bir papirüste arı zehrinin tedavi maksatlı kullanımının delillerine  rastlanmıştır. Dr.Foster tarafından Almanya’da geliştirilen ve 1935 yılında piyasaya sürülen arı zehri etken maddeli ürün olan Forapin günümüzde de hala kullanılmaktadır. Bu gelişmelere paralel olarak 1983 yılında Amerika’da Arı Ürünleriyle Tedavi Derneği kurulmuştur ve günümüzde de çalışmalarına devam etmektedir.
Bugün için arı zehri tedavisi Çin, Japonya, Güney Kore, Rusya, Bulgaristan, Slovakya, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya, Romanya, Avusturya, Almanya, İsviçre ve Fransa’da kullanılmaktadır. Günümüzde 9 Avrupa ülkesinde arı zehri içeren 22 farklı ürün kullanılmaktadır.
Dünyada bir çok araştırmacı arı zehri ile, özellikle köpek, kedi, at gibi hayvanlar üzerinde deneyler yapmışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Özellikle arthritis(eklem iltihabı) ve romatizma, M.S., kronik ağrılar, depresyon, tümörler, böbrek problemleri, kas spazmları, göz hastalıkları, meme hastalıkları, bademcik, vajinitis, ürtiker ve prostat rahatsızlıklarında başarıyla kullanıldığı belirlenmiştir. Multiple sklerosis hastalığı bugün dünyada tıp otoritelerince tedavi edilemez hastalıklar arasında gösterilmektedir. Arı zehri ile 1500 MS hastası üzerinde yapılan ve 6 ay süren bir çalışmada tedaviye alınan 4 değişik grupta % 30-86 arasında bir başarı elde edilmiştir. Bu sonuç MS için gelecekte umut vericidir.
Arı zehrinin etkili olduğu kabul edilen MS, arthritis (eklem iltihabı) ve romatizma rahatsızlıklarından başka epilepsi( sara ), migren, Sinüzit, bazı kanser türleri, damar tıkanıklıkları, astım ve AİDS’te kullanılmakta ve başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Çağın vebası olarak nitelendirilen AİDS üzerinde yapılan çalışmada arı zehrinin HİV virüsünün bağışıklık sistemini çöktürücü etkisini kişinin bağışıklık sistemini güçlendirerek önce yavaşlattığı sonra da gelişimini durdurduğu ortaya konulmuştur (Tolon,B. 2002). Kanser vakalarında ise arı zehrinin merhem, tablet veya iğne yoluyla vücuda uygulanmasıyla umut verici gelişmeler kaydedildiği belirtilmektedir.
Arı zehrinin etkin mekanizmalarından biride yapısındaki pek çok aktif amino asit,  mikro elementler ve protein yapıdaki melittin  sayesinde bağışıklık sisteminin düzenlemesi ve beyin sinir iletimini uyarması, böylece sinir sisteminin düzenli çalışmasını sağlamasıdır.
Sonuç olarak antibiyotiklerin etkisini yitirdiği günümüzde arı ürünleri, insanları çeşitli hastalıklara karşı koruyan en iyi doğal savunma yöntemi olarak kabul edilebilir.
Arı ürünlerinin tek kullanımının yanında tümünün belirli oranlarda karıştırılarak kullanımının daha yararlı olduğu ve her hangi bir sağlık probleminin çözülmesinde bir ilaç olarak tıbbi tedavi yöntemleri ile birlikte kullanılabileceği bildirilmektedir. Bu yönüyle arı ürünleri tıbbın alternatifi değil destekçisi olarak görülmelidir.



OKUMA METNİ
ARI ÜRÜNLERİ VE APİ TERAPİ

Arı sütü
Arıların ana arı ve larva beslemede kullandıkları harika besin olan arı sütü normal koşullarda 6-15 günlük işçi arıların yutak üstü salgı bezlerinden salgıladıkları bir maddedir.Oluşumu itibariyle diğer hayvanların memelerinde oluşan süt ile herhangi bir ilgisi olmamakla beraber sütsü görünüşü ve yavru beslenmesinde kullanımı nedeniyle Türkçe terminolojide süt olarak adlandırılmakla beraber diğer dillerde kraliyete ait jel olarak adlandırılmaktadır.
Arı sütü kovan içerisinde kullanım amacına bağlı olarak farklı bileşimde ve dolayısıyla farklı kalitede olabilmektedir.Kovanda üretilen en yüksek değerdeki arı sütü ana arının ve ana arı larvalarının beslenmesinde kullanılır.Bundan sonra gelen ikinci kalite ise genç işçi arı larvalarının beslenmesinde kullanılır.Daha ileri çağdaki işçi arı larvaları ile erkek arı larvaları ise düşük kalitede arı sütü ile beslenirler.Yumurtadan çıktığı anda aynı genetik yapıdaki ana ve işçi arı larvaları gerek kalite ve gerekse miktar açısından 6 günlük farklı beslenme sonucunda birbirinden oldukça farklı bireylere dönüşebilmektedirler.Bu farklı beslenme sonucu ana arı hastalıklara direnç kazanmakta,günde kendi ağırlığının iki katı kadar yumurta üretebilmekte ve yıllarca yaşayabilmektedir.Buna karşılık işçi arılar kolayca hastalanabilmekte,dişi oldukları halde döl vermemekte ve üretim sezonunda yalnızca 4-5 hafta yaşayabilmektedirler.İki bireyin bu denli farklılaşması yalnızca arı sütünün olağanüstü gücünden meydana gelmekte ve yalnızca bu yönü bile arı sütü tüketen bir insanın neler kazanabileceğini açıklamaktadır.
Arı sütü doğal olarak oğul mevsiminde oğul verme hazırlığı içerisinde olan kovanın hazırladığı onlarca ana arı yüksüğü içerisindeki arı sütünün hasadı ile yapılır.Bu şekilde bir kovandan elde edilecek arı sütü miktarı oldukça sınırlı olup bir sezonda ortalama 5-10 g dolayındadır.Ancak ana arı üretim çalışmalarının yoğun olarak uygulandığı yöntemlerde ana arı yetiştiriliyormuş gibi yürütülen üretim çalışmasında besleyici olarak düzenlenmiş kolonilere ortalama olarak 45-90 dolayında veya daha fazla sayıda yapay ana arı yüksükleri verilerek bir sezonda üretilen arı sütü miktarı bir kovandan 1000-1500 grama değin yükseltilebilmektedir.Bu üretim çalışmaları sırasında elde edilen arı sütünün yapay olduğu veya kalitesinin düştüğü yolunda bazı kesimlerde oluşan kanı yanlıştır. Ancak uygun bakım ve besleme uygulanmayan kolonilerde bakabileceklerinin üzerinde yüksük sayısı ile üretim yapılan koşullarda kalite düşebilmektedir. Aynı sakınca uygun olmayan koşullarda doğal üretim koşulları için de geçerlidir.
Arı sütü bileşim itibariyle oldukça karmaşık yapıya sahip bir maddedir. Yarısında su, protein, yağ, şeker, mikro elementler, enzimler, hormonlar, vitaminler, çeşitli yağ asitleri, 10-HDA ve daha birçok maddeye ek olarak % 3 dolayında henüz belirlenemeyen maddeler bulunmaktadır. Etkileri bilinen fakat belirlenemeyen bu maddeler oranlarının az olmasına karşın arı sütünün olağanüstü etkinliğini meydana getirmektedirler. Arı sütü genel olarak vücutta hücre yenilenmesi, üretimi ve metabolizması üzerinde etkili olduğundan organizmanın bütün dokularında canlılık ve bunun sonucunda sağlık, enerji, bağışıklılık ve dinçlik meydana getirir. Bu yönü ile akla gelebilecek bütün sağlık problemlerinde önemli düzeyde motivasyon sağlar.
Japonya’da 54 farklı hastalık üzerinde yapılan uygulamalarda ortalama % 80 dolayında iyileşme belirleyen araştırıcılar bu hastalıkların bazılarının iştahsızlık, kronik hastalıklar nedeniyle vücut savunma sistemi yetersizliği, metabolizma ve beslenme bozuklukları, adet bozukluğu, sindirim sistemi rahatsızlıkları, astım, bronşit, kronik kabızlık, asabilik, uykusuzluk ve  karaciğer rahatsızlıkları  olarak bildirmektedirler. Aynı araştırıcılar kanserde tümör oluşumunun ve büyümesinin arı sütü tarafından engellendiğini de belirtmektedirler.
Çin’de deney hayvanları tümör oluşumuna neden olan antijen verildikten sonra iki gruba ayrılmış ve grubun birisine arı sütü verilmiştir. Arı sütü almayan gruptaki bütün hayvanlar kanserden öldükleri halde arı sütü alan grupta kanserden ölene rastlanmamıştır. Bu durum arı sütünün en azından kanser oluşumunu engelleyici etkisini kanıtlar niteliktedir.
Arjantin de yapılan bir araştırmada tavşanlara aşırı yağ içeren diyet uygulanmış ve iki gruba ayrılarak grubun birisine arı sütü verilmiştir.Deney sonucu kontrol grubunun kanındaki kolesterol düzeyi ortalama % 1.37 olarak belirlenirken arı sütü verilen grupta bu değer ortalama % 0.68 bulunmuştur.Kontrol grubunda aortta aterosklerotik lezyonlar % 69.4 - 85.4 düzeyinde oluşurken arı sütü verilen grupta bu değer % 10 olarak belirlenmiştir. Ayrıca göz diplerinin, koroner damarların ve karaciğerin incelenmesi sonucu arı sütü alan grupta önemli derecede üstünlük belirlenmiştir.
Arı sütü tüketen normal veya şeker hastası olan insanlarda iskelet kaslarının daha çok glikozu değerlendirmesi nedeniyle kan şekerinin düştüğü belirlenmiştir.
Bulgaristan’da 125 iltihabi hasta üzerinde yapılan araştırmada arı sütünün organizmada immünobiyolojik aktiviteyi artırdığı belirlenmiştir.
Çeşitli literatürlerde ortak olarak arı sütünün çeşitli iltihabi hastalıklarda, kas hastalıklarında, nefes darlığında, karaciğer yağlanmasında, eklem hastalıklarında, zayıflık ve halsizliklerde, sinirsel ve fiziksel yorgunluk hallerinde, mide ve barsak hastalıklarında, bağışıklık sisteminin güçlendirilmesinde, sinirsel ve ruhsal bozukluklarda, zihinsel faaliyetlerin artırılmasında, yaşlılık durumunda, üreme ve cinsel problemlerin giderilmesinde, ani heyecan ve ruhi gerginliklerin giderilmesinde başarı ile kullanıldığı belirtilmektedir.
Arı sütünün yapısında bol miktarda bulunan asetilkolin sayesinde karaciğer yağlanması önlenmekte,tansiyon düşmekte ve kalp atışları düzene girmektedir. Antiarteriosklerotik bir madde olan arı sütünün günlük 50-100 mg’lık dozu bile toplam kolesterol düzeyinde % 14 , toplam lipit düzeyinde ise % 10 azalma sağlamıştır.
Arı sütünün yüksek dozlarda kullanımı anti viral etki oluşumuna neden olduğundan gribe karşı oldukça başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Arı sütünün görme bozukluklarında ve görme yeteneğini artırmada önemli derecede etkili olduğu deneylerle saptanmıştır.

Polen
Çiçeklerin erkek organları tarafından erkek üreme birimi olarak üretilen polen arılar tarafından arka bir çift bacakta bulunan ve polen sepeti olarak adlandırılan özel yapılar yardımıyla kovana taşınır. Kovan önünde veya altında hazırlanan polen tuzaklarından arının geçişi sırasında bacaklardan düşürülür ve toplanır.Daha sonra enzimatik aktivitesi korunacak şekilde kurutulan polen yine uygun koşullarda saklanarak insan beslenmesine sunulur.
Şekil ve yapıları bitki türlerine bağlı olarak genellikle oval veya küreseldir. Ancak mikroskop altında görülebilen polenler  renk olarak her türlü renkte olabilmekle beraber genellikle sarıdır.
 Arıların beslenmesinde protein kaynağı olarak önem taşıyan polen ayrıca bileşimindeki vitamin ve mineral maddeler nedeniyle de son derece değerli bir besin maddesidir. Çiçeklerin erkek üreme birimi olan polen bu yönü nedeniyle zengin bir besin maddesi olması yanında arının ağız salgılarını da içermesi nedeniyle de ayrı bir öneme sahip bulunmaktadır. İçeriğindeki amino asitler günde l5 g polen alan yetişkin bir insanın günlük asgari protein gereksinimini karşılayacak düzeyde olduğundan besleyici değer olarak doğada rakibi bulunmamaktadır.
Ayrıca yapısında bulunan çeşitli enzimler, koenzimler, steroidler, vitaminler, antibiyotikler, mikro elementler ve flavanoidler nedeniyle doğal “ilaç konsantratı” olarak kabul edilmektedir.
Üretildiği anda % 25-30 dolayında nem içermesi nedeniyle çok çabuk bozulan polen kurutularak veya pudra şekeri ile karıştırılarak derin dondurucuda saklanır. Kurutma 20-25 oC’ta güneş ışığı almadan su oranının % 8-10’a düşürülmesi ile yapılır. Pratik olarak kurutulmazdan önce tartılan polen % 20 dolayında ağırlık kaybedince kuruduğu anlaşılır ve kurutma işlemine son verilir. Bu şekilde kurutulan polen uzun sürelerle saklanması gerekiyorsa hava almayacak şekilde ambalajlandıktan sonra 0oC veya daha düşük sıcaklıklarda saklanmalıdır. Polenin aşırı ısıtılması,hava alması veya ışıkta tutulması durumunda özellikle arı tarafından katılan salgılar etkinliğini yitirdiği için polenin insan sağlığı açısından değeri azalır. Uygun olmayan koşullarda tutulmuş polenler arı beslenmesinde kullanıldığında alternatifi olduğunda arı tarafında dışarı atılmakta,o poleni kullanmak zorunda kalan arılarda ise koloni gelişimi görülmemektedir.
Polenin besin değeri ve yararlılığı toplandığı bitki türlerine önemli derecede bağlıdır, Bu nedenle toplandığı bitki türü ve çeşitliliği polenin değerini artırır. Ayrıca polenin kurutulması ve korunması sırasında üretilen işlemler ile bunun sonucunda oluşan renk,nem ve tat durumu poleninin kalitesini belirleyen diğer etmenleri oluşturur.
İnsan beslenmesi ve sağlığı açısından genel olarak polen özellikle vücut direncini artırmada yani bağışıklık sisteminin geliştirilmesinde,organ ve sistemlerin ve bunlarla ilgili bütün salgı sisteminin daha uyumlu ve verimli çalışmasını sağladığı için büyüme, enerji,sağlık,üreme,zihinsel ve psikolojik problemler açısından organizmaya büyük katkı ve yararlar sağlamaktadır.Düzenli bir şekilde ve özellikle arı sütü ile birlikte alındığında herhangi bir nedene bağlı bütün halsizlik ve nekahet durumlarında organizmayı canlandırır,hastalıklara karşı bağışıklık sistemini güçlendirdiğinden hastalıklarda daha kolay iyileşmeyi ve hastalıklara daha zor yakalanmayı sağlar. İştahsızlığa karşı kullanıldığı gibi aşırı kilo alma durumunda vücudun daha dengeli yapılanmasını sağlar.Çocuklarda büyüme ,raşitizm ve diş sağlığı ile ilgili problemlerde ; yetişkinlerde ve özellikle kadınlarda kemik erimesi ile ilgili problemlerde büyük yararlar sağlar.
Arıların polene katkısı sabit olmakla beraber polenin bitki türlerine bağlı olarak bileşiminde bulunan maddelerde veya bunların miktarlarında büyük farklılıklar görülmektedir. Örneğin söğüt poleni C vitamini bakımından oldukça zengin bir bileşime sahip iken vişne ve armut polenleri beta karoten bakımından son derece zengindirler. Yonca, söğüt ve armuttan toplanan polenler flavon içeriği bakımından son derece zengindirler. Bu maddenin antisklerotik spazmolitik ve radyoaktif maddelere karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır. Bu nedenle bu polenler kandaki kolesterol düzeyini düşürmede,sindirim ve dolaşım sistemi spazmlarını gidermede yaygın olarak kullanılmaktadır. Söğüt ve vişne polenleri içerdikleri klorgen asit nedeniyle kapillalar üzerinde olumlu etkilerde bulunmakta,iltihap gidermede,böbreklerin çalışmasında,tiroit ve hipofiz bezlerinin salgılarını kontrol etmede önemli etkileri bulunmaktadır. Özellikle ahududu olmak üzere çoğu polenlerin yapısında bulunan triterpin asit kalbi desteklemekte,damar sertliğini önlemekte ve iltihap gidermektedir.
Aktivitesi korunmuş polen arının katkıları ve bitkilerden gelen bazı maddeler nedeniyle özellikle sindirim sistemi ve idrar yolu enfeksiyonlarına neden olan Eschericnia colı, Salmonella anteridis ve Proteus vulgaris gibi gram negatif bakteriler üzerinde anti bakteriyel etkiye sahip bulunmaktadır.
Kullanım amaçlarına göre polenler toplandıkları bitki türlerine göre ele alınacak olursa ; antibiyotik olarak okaliptüs; iştah açıcı olarak lavanta ve biberiye; uykusuzluğa karşı akasya,limon ve gelincik ; kapillar güçleştirici olarak güvem ve kuşburnu ; arterial kan dolaşımı dengeleyici olarak kestane,at kestanesi ve güvem ; venöz kan dolaşımı dengeleyici olarak at kestanesi ; idrar sökücü olarak vişne ve yabani hindiba ;mide çalışmasını düzenleyici olarak akasya : barsak çalışmasını düzenleyici olarak biberiye ; vücut genel fonksiyonlarını düzenleyici olarak okaliptüs ve elma ; zihinsel faaliyetleri düzenleyici olarak okaliptüs ,böğürtlen ve söğüt ; karaciğer hastalıklarında kestane ;kalp krizi sonrası elma ;öksürükte gelincik ;damar genişletici olarak yabani kestane ve ülserlerde kolzadır.Bazı bitki türlerinin araştırmalarla belirlenen farklı etkileri bulunmasına karşılık doğada etkisi belirlenmeyen ve belki de etkileri belirlenenlerin üzerinde olan binlerce yabani bitki türü bulunmaktadır ve bunlar da benzer etkileri meydana getirebilmektedir. Bu nedenle bir tek bitki türü üzerinde durmak yerine doğanın binlerce çiçeğinden toplanan polenleri tüketmek daha yararlı olacaktır inancı ile bundan sonra polenlerin ortak etkilerinden söz edilecektir.
Yapısında bulunan biyolojik aktif maddeler nedeniyle anabolitik etkiye sahip olan polen gelişme bozukluklarında,cinsi olgunluk ve üreme üzerinde önemli etkilere sahip bulunmaktadır. Kan yapıcı özelliğe sahip olan polen alyuvarların sayısının artışında ve hemoglobin değerlerinde %10-15 artış göstermiştir.
Polonya’da 8-12 yaş grubu çocuklarda yapılan araştırmalara göre günde 20 g polen verilen öğrenciler ile polen verilmeyen öğrenciler arasında önemli derecede farklılıklar meydana gelmiştir. Polen alan öğrencilerin kan ile ilgili bütün değerlerde artış saptanmış ve organizmada genel fizyolojik durum ile vücut direncinde iyileşme görülmüştür. Sinir sistemi üzerindeki etkileri de dikkate değer bulunmuştur.Yine Polonya Farmakoloji ve Toksikoloji Enstitüsü tarafından yapılın araştırmalar sonucu polenin lipit metabolizması bozukluğunda,kan serumundaki trigliserit düzeyinin düşürülmesinde ve trombosit agregasyonunu azaltmada oldukça etkili olduğu belirlenmiştir.
Polen vücut organ ve sistemleri üzerinde onarıcı etkilere de sahip bulunmaktadır. Özellikle karaciğerdeki travmatik, toksik, hepatitik veya herhangi bir etki sonucu oluşan dejenerasyonda önemli gelişmeler sağlanmaktadır. Bu amaçla Almanya ve Romanya’da polenden yapılmış ilaçlar piyasada satılmaktadır.
Apiterapi üzerine çeşitli kongrelerde tartışılan bildiriler ele alındığında polenin kronik sindirim sistemi hastalıklarında örneğin kronik kolit,mide ülseri,mide kanaması,kronik ishal ve kabızlıkta; anemi tedavisinde; beyin sklerozunda; kolesterol, lipit ve trigliserit kontrolünde; prostat bezi hastalıklarında; akut ve kronik hepatitte; doku ve organlarda görülen yapısal veya fizyolojik problemlerde başarı ile kullanılmaktadır.
Polenin kullanımı normal beslenme düzenine geçilmiş çocukluk çağının başlangıcından çok ileri yaşlara değin her insanda güvenle uygulanabilir.Hatta polen alerjisi olan insanlar dahi poleni koklamamak ve herhangi bir yerlerine bulaştırmamak koşulu ile polen tüketebilirler.Çünkü polen alerjisi polenin yenilmesinden çok polenin hassas dokular üzerindeki doğrudan etkisi ile oluşmaktadır.Ancak bu insanlar herhangi bir olasılığa karşı çok düşük miktarda polenle başlamalı ve her gün bir miktar artırarak normal düzeye ulaşmalıdırlar.Polenin çiğnenmesinden dolayı meydana gelen alerjik durumlarda alınacak miktarda polen 15-20 dk süresince oda sıcaklığında su içerisinde bekletildikten sonra ezilerek içilebilecek hale getirildikten sonra saf olarak veya herhangi bir soğuk meyve suyu ile birlikte içilebilir.
Günlük polen tüketim miktarı küçük çocuklarda 2 çay kaşığından başlamak ve yaş ilerledikçe artırmak suretiyle yetişkinlerde 20 grama değin çıkarılabilir.Ancak yetişkinlerde başlangıçta günde 4 kez birer çay kaşığı daha sonraları ise 4 kez birer tatlı kaşığı alınabilir.Polenin hava almayacak şekilde ağzı kapalı kaplarda ve soğukta saklanması etkinliğinin korunmasında yardımcı olur.Aç karnına ve iyice çiğnenerek alınması ise polenden yararlanmayı artırır.

Bal
Üretimi M.Ö. 4000 yıllarına ve tüketimi daha eskilere dayanan bal tarih boyunca insan beslenmesi ve sağlığı açısından önemini almış,mağara resimlerine konu olmuş ve keşfedildiği günden bugüne değin besinler arasında belki de en gizemlisi olarak dikkatleri üzerinde toplamayı başarmıştır. Küçücük bir canlının binlerce çiçeği dolaşarak insana sunduğu balın insan sağlığı için yine yadsınamaz öneme sahip olduğu kabul edilen bitkilerin ve özellikle de onlara ait çiçeklerin özsuyundan oluşturulması insanların ilgisinin artmasına neden olmuştur.
Çeşitli bitki türlerinden elde edilen ballar genel olarak içeriğindeki maddeler nedeniyle insan bünyesinde sağlık ve enerji kaynağı olarak önem kazanırken her bir çeşidinin daha yararlı olduğu bazı özel durumlar da bulunmaktadır. Örneğin Rize’nin Anzer yaylasında üretilen ballar insan sağlığı bakımından genel olarak tıbbi bal olarak değer kazanırken çam balı sindirim sistemi rahatsızlıklarında,okaliptüs balı ise solunum sistemi rahatsızlıklarında daha büyük bir öneme sahip olabilmektedir. Balın tıbbi değerinin artırılması amacı ile son zamanlarda farklı katkılar içeren şuruplarla arıların beslenmesi sonucu elde edilen ve “Ekspres Bal” olarak adlandırılan ballar tedavi amacı ile kullanılabilmektedir.
Arıların yutak üstü salgı bezlerinden salgılanan  glükooksidaz enziminin glikozu okside etmesi ile balın içerisinde oluşan  Glükonik asit ve H2O2 (hidrojen peroksit) balın anti bakteriyel bir etkiye sahip olmasını sağladıkları gibi kaynağını oluşturan bitki türüne bağlı olarak değişen oranda balın anti bakteriyel etkisi artabilmektedir.Bala uygulanan ısı ve ışık bu etkilerin azalmasına neden olmaktadır.
İnsan beslenmesinde alınması zorunlu görülen enerjinin çay şekeri olarak bilinen sakaroz yerine balla alınması insan sağlığı açısından ayrı bir öneme sahip bulunmaktadır. Sakarozun organizmada emilebilmesi için enzimlerle monosakkaritlere indirgenmesi gerekmektedir. Bu reaksiyon için gerekli olan enzimler ise sindirim sistemi üzerinde tahriş edici bir etkiye sahiptirler. Aşırı sakaroz kullanımı kanda kolesterolün yükselmesine,damarların sertleşmesine ve aşırı kilo almalara neden olur. Baldaki şekerler ise doğrudan organ ve sistemler içerisine girerek hazır enerji olarak kullanılırlar. Aşırı alındıklarında tamamı yakılarak sakarozda olduğu gibi böbrekler üzerinde olumsuz etkileri olmaz. Yorulmayan böbrek diğer zararlı maddelerin atılmasında daha çok fonksiyona sahip olur. Bal karaciğerde glikojen düzeyini yükselterek metabolik olayların hızlanmasına detoksik etkisinin artmasına neden olmaktadır. Alkol ile bal yeme alışkanlığı insanın bu uygulama sonucu duyduğu rahatlık sonucu geliştirdiği bir alışkanlıktır. Bal sindirime doğrudan etkili bir madde olup diğer besinlerin de daha iyi emilmesini ve bunlardan yararlanma düzeyini yükseltir. Bu nedenle gelişme bozukluklarında,hastalık ve nekahet sırasında alınması organizmanın daha çabuk toparlanmasında yardımcı olur.
Çok yüksek miktarlarda bal tüketimi alerji meydana getirebilme özelliğine sahip olsa da sürekli olarak düşük düzeyde bal tüketimi alerjik reaksiyonların azalmasına neden olabilmektedir.

Apiterapi
Arıcılıktan sağlanan bal, polen, arı sütü, propolis, arı zehri ve bal mumu insan yaşamı ve sağlığı açısından son derece önemli ürünlerdir. Her geçen gün sonuçlanan araştırmalar toplumların dikkatini bu konu üzerine çekmekte ve özellikle uzak doğu ülkelerinde başlayan ve dünyada hızla gelişen arı ürünleri ile tedavi yöntemleri hızla yaygınlaşmaktadır. “Apiterapi“ olarak adlandırılan ve yalnızca arı ürünleri kullanılarak yapılan bu tedavi yöntemlerinin uygulandığı Apiterapi merkezleri hızla yayılmaktadır. Burada görev yapan araştırıcıların tıp alanında elde ettikleri sonuçlar çoğu kez şaşırtıcı boyutlara ulaşmaktadır. Dünyanın her tarafından 100’ün üzerinde bilim adamının katılımı ile İsrail’de 26-30 Mayıs 1996’ da gerçekleşen “Arı ürünleri, Özellikleri ,Uygulanmaları ve Apiterapi” konulu konferansta konular kapsamlı olarak ele alınmış ve tartışılmıştır. Bunun dışında çeşitli arıcılık ve tıp kongre ve seminerlerinde zaman zaman ilginç bildirilerle karşılaşılmaktadır. Günümüze değin yapılan çalışmalarda elde edilen sonuçlara göre arı ürünlerinin insan yaşamı ve sağlığı açısından önemleri site içerisinde bölümler halinde sunulmuştur.
Arı ürünleri içerisinde bütün dünyada daha yaygın olarak kullanılan arı sütü, polen ve balın satışı yapılmaktadır. Her üç ürün bir arada kullanıldığında etkileri son derece yükseldiğinden tüketiciye her üç ürünü birlikte kullanmaları önerilmektedir.
Günümüze değin bütün dünyada yürütülen çalışmalarda elde edilen sonuçlar değerlendirilerek tüketiciye bire bir hizmet verilmekte ve her türlü bilgi gereksinimi diledikleri bütün iletişim yöntemleri ile kendilerine kazandırılmakta ürün talepleri adreslerine gönderilmektedir.
Apiterapi amacıyla kullanılacak üç ürün birlikte değerlendirildiğinde organizma üzerinde son derece yararlı etkilerde bulunmaktadır. Genel olarak arı sütünün etkisi biyolojik aktiviteyi artırmak ve olumsuz etkileri ortadan kaldırarak motivasyonu sağlamak,polen ve balın etkileri ise bu işlemler sırasında gerekli hammaddeyi vücuda kazandırmak şeklinde tanımlanabilir. Bu amaçla kullanım alanları ve etkileri ortak değerlendirilmelidir.Her üç ürünün ortak olarak;
-Hücre üretimi ve yenilenmesi üzerinde etkili olduklarından organizmayı gençleştirir ve hücre metabolizmasını düzenleyerek organ ve sistemlerin daha fonksiyonel çalışmasını sağlarlar. Hücre üretimine olan etkileri nedeniyle de kan üretimini hızlandırarak kansızlığa ve bağışıklık sistemini artırarak bütün hastalıklara karşı vücudun savunmasını güçlendirirler.
-Gelişme ilgili bütün sorunlarda etkili olarak organizmanın sağlıklı gelişimini sağlarlar. Bu özellikleri ile yetersiz bedensel gelişime yararı olduğu gibi aşırı kilo alma sorunlarını da giderici etkiye sahiptir.
-Kan basıncını ayarlama özelliği ile düşük ve yüksek tansiyonda, damar sertliğini gidermede ve kan yağları olan kolesterol ve trigliserit düzeyinin düşürülmesinde etkilidir.
-Sinir hücrelerinin motivasyonunu sağlaması nedeniyle stres ve depresyon durumlarında, zeka gelişiminde ve zihinsel fonksiyonlarının artırılmasında, MS vs gibi çeşitli sinir sistemi rahatsızlıklarında, kemik gelişimde, çeşitli organ ve sistemlerin fonksiyonlarının düzenlenmesinde önemli derecede etkilere sahiptir.
-Cinsel ve üreme ile ilgili faaliyetlerin düzenlenmesinde ve etkinliğin artırılmasında,
-Enzim ve hormon dengesinin sağlanmasında ve bu yönü ile uzun sürede diyabetin tedavisinde,
-Sindirim sistemi rahatsızlıkları  ve metabolik faaliyetlerin düzenlenmesinde,
-Yaşlanmayla ilgili cilt problemleri, saç dökülmesi, halsizlik, bitkinlik, uykusuzluk ve akla gelebilecek her türlü sağlık probleminin çözümünde etkili sonuçlar vermektedir.

KAYNAKLAR       :
AKBAY, R, 1995. Arı ve İpekböceği Yetiştirme.
DOĞAROĞLU, M, 1999. Modern Arıcılık Teknikleri.
FIRATLI Ç, GENÇ F, Türkiye Arıcılığının Karşılaştırılmalı Analizi Sorunlar-Öneriler.
ARICILIK. Tarım ve Köyişleri Bakanlığı YAYÇEP Yayınları.
ARI YETİŞTİRME, Ordu Arıcılık Araştırma Enstitüsü Yayınları.
ARI HASTALIKLARI, Ordu Arıcılık Araştırma Enstitüsü Yayınları.
DİE, 1998 Tarım İstatistikleri Özeti.
YARARLANILAN İNTERNET SİTELERİ:

ARICI-07

Yorumlar

  1. Çok güzel bir paylaşım. Emeğinize sağlık. Müsadenizle bu çalışmanızı kendi sitemde paylaşmak isterim.

    Saygılarımla..

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ARI ISLAHI NASIL YAPILIR

ARICI-07 A G Arı ıslahı ve seleksiyon GENLERİN ETKİSİ Genlerin 2 türlü etkisi vardır. 1-Toplamalı gen etkisi 2-Toplamalı olmayan gen etkisi a)Dominas etkisi b)Epistasi etkisi gibi a)Dominas etkisi:Aynı fokustaki genlerin birbirine etkisidir. b)Epistasi:Farklı fokustaki genlerin birbirine etkisidir.ıslahta daha çok toplamalı etkilerden yaralanırız. BAL ARILARINDA ISLAH KONUSU ÖZELLİKLERİ 1-Yüksek bal,polen,süt,propolis,mum ve zehir verimi 2-Sakin davranışı 3-Hastalık ve haşarelere dayanıklılık 4-Isı değişikliliklerine dayanıklılık 5-Az oğul verme eğilimi 6-Yüksek döl verimi kabiliyeti 7-Bulunduğu bölgeye kolay adapkasyon DAMIZLIK SEÇMEDE FENOTİPİN ÖNEMİ Fenotip:ölçülerek katılarak gözlenerek belirlenebilen özelliktir.Örnek;10 kg bal verimi,6km uzaklığa uçabilme yeteneği,sarı halka genişliği,siyah keçe kuşak genişliği gibi Damızlık seçer iken fenotip veriler bizim işimizi kolaylaştırır.Örnek;10 kg bal verimli yerine 20 kg bal verimliliği tercih ediniz.Kısa hortum

ORGANİK VARROA MÜCADELESİ

Arıcılıkta hastalık ve zararlılardan korunmak için; hastalığa dayanıklı ırklar, ekotiplerle çalışılmalı, ana arılar düzenli olarak yenilenmeli,kovanlarda düzenli hastalık ve zararlı kontrolü yapılmalı, erkek arı larvaları denetlenmeli, kovan malzeme ve aletleri dezenfekte edilmeli, yeni petekler kullanılmalı, kovanlarda yeterli besin kaynağı bırakılmalıdır. Koruyucu önlemlere rağmen koloniler hastalanır veya zarar görürse, derhal tedaviye alınmalı ve gerekirse koloniler ayrı alanlarda izole edilmelidir.  Tedaviye alınan organik üretimdeki kolonilere  geçiş süresi uygulanmalıdır. Önleyici tedbir olarak kimyasal bileşimli ilaçlar kullanılmamalıdır. Profilaktik sentetik uygulamalar yapılmamalıdır (yavru çürüklüğüne karşı antibiyotik kullanımı gibi).   Bal arısının en yaygın görülen ve en büyük zararlısı olan Varroa  ile mücadelede organik kökenli;Formik asit, laktik asit, asetik asit, okzalik asit, nane, kekik,  okaliptüs veya kafur kullanılabilir. Günümüzde özellikle Avrupa Birliği

ARI SOKMASI VE KORUYUCU TEDBİRLER...

  Arı sokması sokulan bölgede görülen lokal reaksiyon ile vücutda görülen genel reaksiyon olmak üzere ikiye ayrılır.Lokal reaksiyonda arının soktuğu bölgede kızarıklık veya şişlik oluşur.Buna bağlı kaşınma ortaya çıkabilir.Genel reaksiyonda ise vücudun tümü üzerinde genel bir tepki reaksiyonu ortaya çıkar.Bu sırada;solunum güçlüğü,karın ağrısı,kusma çarpıntı ve baygınlık olabilir.Boğaz kaslarının gerilmesi ile solunum zorluğu oluşabilir.Hatda hasta boğulabilir..Bu olaya''Anaflaksi'' denir.Diğer bir deyişle ''anaflaktik şok'' adıda verilir. Arı sokması sokulan yerin şişmesine neden olur. Bu da insana acı verir ve sinirli yapar. Sokan arıların çokluğuna göre, miskinlik, başağrısı, titreme, kaşıntı gibi reaksiyonlar da görülebilir.   Arı zehirinin kendine özgü keskin bir kokusu vardır. Bu zehir kokusunun yayılması diğer arıları da hırçınlaştırır. Eğer bir arı soktuğunda gerekli önlemler alınmazsa, aynı yerden başka arılar da sokmaya çalışır. Onun için